KUTSAL EMANETLER
ÖNSÖZ
- MUSA’NIN ASASI
Tahminen MÖ 3000-4000 yıllarında İsrailoğulları yani Museviler Antik Mısır’da köle olarak yaşıyor ve zulüm görüyorlardı.Tevrat’ta yazılanlara göre Rab,onları bu zulümden kurtarmaya ve ataları Hz. İbrahim’e vaad ettiği topraklara çıkarmaya karar verdi.
İsrailoğulları’nın Hz.Musa önderliğinde Mısır’dan çıkışları ve kendilerine vaat edilen topraklara yaptıkları yolculuk Tevrat’ın 2. bölümü olan Exodus yani Çıkış bahsinde anlatılmaktadır.
İşte çeşitli mucizelerin gerçekleşmesinde bahsi geçen Hz. Musa’nın Asa’sı ilk olarak bu bölümde 7. bapta karşımıza çıkmaktadır. İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkmasına izin vermesi gerektiği doğrultusunda ki Rab bın buyruğunu firavuna ileten Hz.Musa ,firavun ona inanmayınca,Rab’bın emriyle asası ile bir mucize gösterdi.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 7,Ayet 9-
Firavun: Kendiniz için bir harika gösterin diye size söyleyeceği zaman Harun’a diyeceksin ‘Kendi değneğini al ve yılan olsun diye firavunun önüne at’ ve Musa ile Harun firavunun yanına girdiler ve rabbin emrettiği gibi öyle yaptılar ve Harun, değneğini firavunun önüne ve kullarının önünde yere attı ve yılan oldu.Ve firavunda hikmetli adamları ve efsuncuları çağırdı ve Mısır’ın sihirbazları,onlarda büyüleri ile öyle yaptılar ve her biri kendi değneğini attı ve yılan oldular ve Harun’un Değneğ’i onların değneklerini yuttu.Ve Rab’bin söylediği gibi firavunun yüreği katılaştı ve onları dinlemedi.
Ve Rab Musa’ya dedi: Firavunun yüreği inatçıdır,kavmı salıvermek istemiyor.Sabahleyin firavuna git.İşte o suya çıkıyor ve onu karşılamak için ırmağın kenarında duracaksın ve yılana değişen değneği kendi eline alacaksın ve ona diyeceksin ‘Çölde bana ibadet etmeleri için kavmımı salıver diye İbraniler’in Allah’ı Rab, beni sana gönderdi. Ve işte şimdiye kadar dinlemedin.Rab böyle diyor.Bununla bileceksinki ben Rab’bim.İşte ben, elimde olan değnekle ırmakta olan balıklar ölecekler ve ırmak kokacak ve mısırlılar ırmaktan su içmekten tiksinecekler.Ve Rab Musa’ya dedi: Harun’a söyle,değneğini al ve elini Mısır’ın suları üzerine,ırmakları üzerine,kanalları üzerine,havuzları üzerine ve bütün su birikintileri üzerine uzatta kan olsunlar ve bütün Mısır diyarında gerek ağaç kaplarda,gerek taş kaplarda kan olacak.Ve Musa ile Harun, Rab’bin emrettiği gibi böyle yaptılar ve firavunun gözü önünde ve kullarının gözleri önünde değneğini kaldırdı ve ırmakta olan bütün sular kana döndüler.
Bu mucizelere rağmen firavun,İsrailoğulları Kavmı’nın Mısır’dan çıkmalarına izin vermeyince Allah, firavunun önderleri olduğu Mısır halkı üzerindeki azabını arttırdı.Çeşitli cezalar verdi.Sözkonusu cezalarda değnek, yine önemli bir yer tutuyordu.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 8,Ayet 16-17
Ve Rab Musa’ya dedi: Harun’a de ‘Değneğini uzat ve yerin tozuna vur,ta ki bütün Mısır diyarında tatarcık olsun.Ve böyle yaptılar ve Harun elini değneği ile uzattı ve yerin tozuna vurdu.İnsanda ve hayvanda tatarcıklar vardı ve bütün Mısır diyarında yerin bütün tozu tatarcık oldu.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 9,Ayet 22-23
Ve Rab Musa’ya dedi:Elini göke doğru uzat,bütün Mısır diyarında insan üzerine ve hayvan üzerine ve Mısır diyarında olan kırın bütün otu üzerine dolu yağsın.Ve Musa değneğini göke doğru uzattı ve Rab gök gürlemeleri ve dolu gönderdi ve ateş yere indi ve Rab Mısır diyarı üzerine dolu yağdırdı.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 10, Ayet 12
Ve Rab Musa’ya dedi: Çekirge için Mısır diyarı üzerine elini uzat,ta ki Mısır diyarı üzerine çıksınlar ve memleketin bütün otunu,dolunun bıraktığı her şeyi yesinler.Ve Musa değneğini Mısır diyarı üzerine uzattı ve bütün o gün ve bütün gece Rab memlekete şark yeli getirdi ve sabah olunca şark yelide çekirgeleri getirdi.
Sonraki ayetlerde anlatılanlara göre çekirgeler, Mısır’da ne var ne yok harap edince zor durumda kalan firavun, hemen Musa’yı çağırarak, İsrailoğulları’nın göç etmesine izin vermesi karşılığında, bu cezayı üzerlerinden kaldırması için Rab’bine dua etmesini istedi.Hz.Musa’da firavunun yanından çıktıktan sonra Rab’binden, felaketleri kaldırması için istekte bulundu.Bunun üzerine Musa’nın dualarını kabul eden Rab,rüzgarın yönünü değiştirerek çekirgeleri Kızıldeniz’e yönlendirdi.Ancak Mısır çekirge istilasından kurtulunca firavun sözünde durmadı.Bunun üzerine Rab, tam 3 gün süreyle Mısır’ı karanlığa gömdü ve ardından da insanlar ve hayvanlar arasında bütün ilk doğan Mısırlıları öldürdü.Mısır halkı bu acı ve kargaşa içindeyken yine Rab’bin emriyle İsrailoğulları, Hz. Musa önderliğinde Mısır’ı terk ederek, Rab tarafından kendilerine yurt olarak vaadedilen İsrail topraklarına doğru yola çıktılar.
Kendi izni dışında İsrailoğullarının göç etmesine sinirlenen firavun, onları katletmek üzere peşlerine düştü ve Kızıldeniz kıyısında onları yakaladı.Böylece Hz.Musa’nın Asa’sı en bilinen mucizede rol almaya hazırdı.
Tevrat,Çıkış Bahsi, Bap 14, Ayet 16
Ve sen kendi değneğini kaldır ve elini deniz üzerine uzat ve onu yar ve İsrailoğulları denizin ortasına kuru yerden gireceklerdir.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 14, Ayet 23
Ve Mısırlılar kovaladılar ve firavunun bütün atları ve cenk arabaları ve atlıları arkalarından denizin ortasına girdiler.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 14, Ayet 26
Ve Rab Musa’ya dedi: Elini deniz üzerine uzat, ta ki sular Mısırlılar üzerine,cenk arabaları üzerine ve atlıları üzerine dönsünler.
İsrailoğullarının ardından yarılan Kızıldeniz’e giren firavun ve ordusu,museviler geçtikten sonra denizin tekrar kapanması ile boğularak can verdiler.
Böylece çok zor şartlar altında gelişen İsrailoğullarının Mısır’dan çıkmaları olayının ardından bu kezde onları, vaadedilen topraklara kadar yine zorlu bir yolculuk bekliyordu.Bu zorlu göç sırasında zaman zaman çok güç durumlara düşen museviler , Hz.Musa’ya dolayısıyla Rab’be isyan ettiler.’Keşke bizi Mısır’dan çıkarmasaydında bunlar başımıza gelmeseydi,buralarda öleceğiz,Mısır’da köle de olsak, hiç olmazsa yaşıyorduk’ dediler.
Hz.Musa,Rab’bin yardımıyla kavmini bu zor durumlardan kurtarırken asası yine olayların içindeydi.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap17,Ayet 5-11
Ve Rab Musa’ya dedi:Kavmın önüne geç ve İsrail ihtiyarlarından birkaçını seninle beraber al,ırmağa vurduğun değneği eline al ve yürü.İşte ben orada, Horeb’de kaya üzerinde,senin önünde duracağım ve kayaya vuracaksın ve kavm içsin diye ondan sular çıkacak.Ve Musa, İsrail ihtiyarlarının gözü önünde böyle yaptı. Ve o yerin adını Massa Meriba koydu.Çünkü İsrailoğulları çekiştiler ve çünkü acaba Rab aramızdamı, yoksa değilmi diyerek rabbi denediler.
Ve Amalek geldi ve İsrail’le Refidim’de cenk etti.Ve Musa Yeşu’ya dedi.Bize adamlar seç ve çıkıp Amalek’le cenk et. Yarın ben, Allah’ın değneği elimde olarak tepede duracağım.Ve Yeşu, Musa’nın kendisine dediği gibi yaptı ve Amalek’le cenk etti ve Musa,Harun ve Hur tepenin başına çıktılar.Ve vaki oldu ki Musa, elini kaldırdığı zaman İsrail galip geliyordu ve elini indirdiği zaman Amalek galip geliyordu.
Sayılar bap17 buraya eklenecekmi
ON EMİR LEVHALARI
Museviliğin ve hristiyanlığın etik temeli olan < On Emir>, Tevrat’a göre Tur-u Sina’da, iki taş levhaya bizzat Allah tarafından yazılarak, insanlara iletilmek üzere Hz.Musa’ya verilmiştir . On Emir levhalarının Hz.Musa’ya verilmesi Tevrat’ta Çıkış Bahsi’nde anlatılmaktadır.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 31,Ayet 18
Ve Sina Dağı’nda Musa ile söyleşmeyi bitirince,şehadetin iki levhasını,Allah’ın parmağı ile yazılmış taş levhaları ona verdi.
Mısır’da köle olarak yaşayan İsrailoğulları, Hz. Musa önderliğinde buradan çıkıp vaat edilmiş topraklara, yani İsrail’e yaptıkları yolculuk sırasında zorluklar sebebiyle zaman zaman Hz.Musa’ya, dolayısıyla Allah’a olan inançlarını kaybetmiş ve isyan etmişlerdir.Bu isyanların en dramatik olanlarından biri ise, Hz.Musa’nın 10 Emir’i Allah’tan almak üzere Sina Dağı’na çıktığı sırada meydana gelmiştir.Görüşmenin uzun sürmesi üzerine Hz.Musa’yı beklemekten sıkılan kavim, ona olan inançlarını kaybedip, Hz Musa’nın kardeşi Harun’a altın bir buzağı heykeli yaptırarak, eskiden yaptıkları gibi putlara, yani altın buzağı heykeline tapmaya başladılar.
Bunu gören Allah öfkelenerek Hz.Musa’ya aşağı inmesini,çünkü Mısır’dan çıkardığı kavmının bozulduğunu,kendisi yerine, yaptıkları dökme bir buzağıya secde kılıp,kurban kestiklerini söyledi.Aynı sebeple onları helak edeceğini de bildirdi.Ancak Hz.Musa Allah’tan kavmı adına af ve merhamet diledi ve ardından hemen aşağı indi.Burada kavmını buzağıya taparken görünce sinirlenerek, elindeki On Emir Levhaları’nı yere fırlatarak kırdı.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 32, Ayet 15
Ve Musa döndü ve şehadetin 2 levhası elinde olarak dağdan indi.Levhaların iki tarafı yazılı idi,bir yüzü ve diğer yüzü yazılı idi.Ve levhalar Allah’ın işi idiler ve levhalar üzerine oyulmuş yazı Allah’ın yazısı idi.Ve bağırıştıkları zaman,kavmın sesini Yeşu işitti ve Musa’ya dedi: Ordugahta cenk sesi var.Ve o dedi, yenenlerin bağırış sesi değil,yenilenlerin bağırış sesi de değil, ancak terennüm edenlerin sesini işitiyorum.Ve vaki olduki,ordugaha yaklaşınca buzağıyı ve oyunlarını gördü.Ve Musa’nın öfkesi alevlendi ve elinden levhaları attı ve dağın eteğinde onları kırdı.Ve yaptıkları buzağıyı aldı ve ateşte yaktı ve toz oluncaya kadar ezdi ve suyun yüzüne saçıp İsrailoğulları’na içirdi.
Ancak ceza henüz bitmemişti. Hz.Musa herkesin kendi kardeşini,arkadaşını,
komşusunu öldürmesini istedi.O gün israiloğulları’ndan tam 3000 kişi öldü.Daha sonra Hz.Musa Allah’tan kavmı adına tekrar özür dileyerek,affedilmelerini istedi.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 34,Ayet
Ve Rab Musa’ya dedi:Kendin için evvelkiler gibi iki taş levha yont. Ve kırdığın evvelki levhaların üzerinde olan sözleri, bu levhalar üzerine yazacağım.Ve sabaha hazır ol.Ve sabahleyin Sina Dağı’na çık ve dağın tepesi üzerinde önümde dur.Ve hiçkimse seninle çıkmayacak ve bütün dağda kimse görünmesin ve o dağın önünde koyun yahut sığır otlamasın.Ve iki taş levhayı evvelkiler gibi yonttu ve Musa, Rab’bin kendisine emretmiş olduğu gibi sabahleyin erken kalktı ve Sina Dağı’na çıktı. Ve iki taş levhayı elinde götürdü.
Sina Dağı’nda olan bu buluşmada Allah,Hz.Musa ile tekrar ahdetti.Allah diğer buyruklarıyla birlikte, gittikleri memleketteki kavimlerin putlarını yıkmalarını ,kesinlikle onların ilahlarına tapmamalarını ve kendileri için put yapmamalarını emretti.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 34,Ayet 27-29
Ve Rab Musa’ya dedi: Bu sözleri yaz, çünkü seninle ve israil’le bu sözlere göre ahdettim.Ve orada Rab ile kırk gün kırk gece kaldı.Ekmek yemedi ve su içmedi.Ve ahdin sözlerini, on emri levhalar üzerine yazdı
Ve Musa Sina Dağı’ndan indiği zaman vaki olduki, dağdan inerken şehadetin iki levhası kendi elinde idi ve Musa Rab ile söyleştiğinden, yüzünün derisi parladığını bilmiyordu.
Hz.Musa Sina’dan indikten sonra kavmine Allah’ın emirlerini bildirdi ve ondan yapmasını istediği şeyleri kavmine açıkladı.Dini ibadetlerin yapılacağı ve mukaddes emanetlerin saklanacağı bir mesken,On Emir Levhaları’nın konulacağı bir sandık,ışık için bir şamdan,buhur mezbahı bunlardan bazıları idi.Bu mukaddesatlar kavimden toplanan değerli eşyalarla yapıldı.
Tevrat, Tensiye Bahsi,Bap 10,Ayet 1-5
O vakit Rab bana dedi:Kendin için evvelkiler gibi iki taş levha yont ve dağa yanıma çık ve kendin için ağaçtan bir sandık yap ve parçaladığın evvelki levhalar üzerinde yazacağım ve onları sandığa koyacaksın.Ve akasya ağacından sandık yaptım ve iki taş levhayı evvelkiler gibi yonttum ve dağa çıktım ve iki levha elimde idi.Ve toplantı gününde Rab’bin dağda ateşin içinden size söylediği on emri levhalar üzerine evvelki yazıya göre yazdıve Rab onları bana verdi.Ve dönüp dağdan indim ve levhaları yapmış olduğum sandığa koydum ve onlar rabbin bana emrettiği gibi ordadır.
ON EMİR SANDIĞI
Tur-u Sina’da Hz.Musa, Allah’tan On Emir Levhaları’nı aldıktan sonra Allah,ondan levhaları koymak üzere bir sandık yaptırmasını ister.Sandığın ne şekilde yapılacağı, Tevrat’taki ayetlerde açık bir şekilde belirtilmiştir.Allah’ın bizzat kendi parmakları ile yazdığı On Emir Levhaları’nı taşıyan bu sandık,tabiidir ki ayrıca misyonu itibariyle de çok önemli derecede mukaddesti.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 25, Ayet 10-21
Ve akasya ağacından bir sandık yapacaklar.Uzunluğu 2.5 arşın ve eni 1.5 arşın ve yüksekliği 1.5 arşın olacak.Ve onu halis altınla kaplayacaksın,onu içinden ve dışından kaplayacaksın ve onun üzerinde etrafına altın pervaz yapacaksın.Ve onun için dört altın halka dökeceksin ve onları dört ayağına takacaksın ve iki halka onun bir yanında ve iki halka obir yanında olacak
Ve akasya ağacından kollar yapacaksın ve onları altınla kaplayacaksın.Ve sandığı taşımak için kolları, sandığın yanlarındaki halkalara geçireceksin.Kollar sandığın halkalarında kalacaklar,ondan ayrılmayacaklar.Ve sana vereceğim şehadeti sandığın içine koyacaksın ve halis altından bir kefaret örtüsü yapacaksın.Onun uzunluğu 2.5 arşın ve eni 1.5 arşın olacak.
Ve altından iki kerubi (melek) yapacaksın,onları dövmeci işi olarak kefaret örtüsünün iki ucunda yapacaksın.Ve bir uçta bir kerubi ve diğer uçta bir kerubi yap.İki ucunda kerubileri, kefaret örtüsü ile bir parça olarak yapacaksınız.Ve kerubiler yüzleri birbirine karşı kanatları ile kefaret örtüsünü örterek, kanatlarını yukarı doğru açacaklar,kerubilerin yüzleri kefaret örtüsüne doğru olacaktır.Ve kefaret örtüsünü sandığın üstü üzerine koyacaksın ve sana vereceğim şehadeti sandığın içine koyacaksın.
Hz.Musa, ikinci kez On Emir Levhaları’nı aldıktan sonra kavminin yanına indiğinde,diğer mukaddesatlarla birlikte sandığın yapılması talimatınıda verir.Çıkış Bahsi,Bap 37 de anlatıldığı üzere Betsalel isimli birisi, aynen tarif edildiği gibi On Emir Sandığı’nı yapar.Hz.Musa’da levhaları sandığa koyar ve sandığıda ibadetler ve kurban için Allah’ın yapılmasını emrettiği taşınabilir tapınağa ,diğer mukaddesatlarla birlikte yerleştirir.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 40,Ayet 1-3
Ve Rab Musa’ya söyleyip dedi: Toplanma çadırının meskenini birinci ayın birinci gününde kuracaksın ve oraya şehadet sandığını koyacaksın ve sandığı perde ile gizleyeceksin.
Tevrat, Çıkış Bahsi,Bap 40, Ayet 20-21
Ve şehadeti alıp sandığın içine koydu ve kolları sandığa taktı ve kefaret örtüsünü üst taraftan sandığın içine koydu ve sandığı meskenin içine getirdi ve bölme perdesini astı ve şehadet sandığını gizledi.
Bundan sonra vaat edilmiş topraklara yapılan yolculuk sırasında Ahit Sandığı, bir bayrak gibi hep en önde gidiyor ve İsrailoğulları onu arada belli bir mesafe bırakarak izliyorlardı.
Tevrat,Sayılar Bahsi, Bap 10, Ayet 33
Ve Rab’bin Dağı’ndan 3 günlük yol göç ettiler ve onlara istirahat yeri bulmak için Rab’bin Ahit Sandığı 3 günlük yol önlerinde göç ediyordu.
Hz.Musa, vefatı yaklaşınca kendisinden sonra gelecek liderlere kılavuzluk etmek üzere 5 bölümden oluşan bir kitap, yani Tevrat’ın ilk 5 bölümünü bırakır.Kitabın saklanacağı yer olarak ise, en önemli mukaddesatın yanını, On Emir Sandığı’nı ister.
Tevrat, Tesniye Bahsi, Bap 31, Ayet 24-26
Ve vaki olduki Musa, bu şeriatı sözleri tamam olunca onları bir kitaba yazmayı bitirdiği zaman, Allah’ın Ahit Sandığı’nı taşıyan Levili’lere emredip dedi: Bu şeriat kitabını alın ve onu Allahınız Rabbin Ahit Sandığı’nın yanına, sana karşı orada şahit olsun diye koyun.
Hz.Musa’nın vefatından sonra Allah, kavme liderlik görevini Yeşu’a verir ve kavmı vaadedilmiş topraklara götürmesini emreder.Yolculuğun devamında da sandık hep en öndedir.
Tevrat, Yeşu Bahsi, Bap 3, Ayet 2-6
Ve vaki olduki üç günün sonunda reisler, ordugahın ortasından geçtiler ve kavma emredip dediler: Allah’ınız Rab’bin Ahit Sandığı’nı ve kahinlerin ve Levili’lerin onu taşıdıklarını gördüğünüz zaman,siz de yerinizden göç edeceksiniz ve onun ardınca yürüyeceksiniz.Ancak sizinle onun arasında ölçü ile 2000 arşın kadar bir mesafe olacak.Gideceğiniz yolu bilesiniz diye ona yaklaşmayın.Çünkü bundan evvel bu yoldan geçmediniz.
Ve Yeşu kavme dedi: Kendinizi takdis edin.Çünkü Rab yarın aranızda harikalar yapacaktır.Ve Yeşu kahinlere söyleyip dedi:Ahit Sandığı’nı kaldırın ve kavmın önüne geçin ve Ahit Sandığı’nı kaldırdılar ve kavmın önünde yürüdüler.
Kutsal göç sırasında Ahit Sandığı bir çeşit bayrak,güç kaynağı,uğur yada tılsım olarak değerlendiriliyor ve tıpkı Hz. Musa’nın Asa’sı gibi mucizevi olaylarda da yer alıyordu. O kadar güçlüydüki taşıma sırasında yanlışlıkla düşünce ona doğrudan dokunanlar öldüler.
Tevrat, Yeşu Bahsi, Bap 3, Ayet 14-17
Ve vaki olduki Ahit Sandığı’nı taşıyan kahinler kavmın önünde olarak Erden’den geçmek için kavm çadırlarından göç ettikleri zaman ve Ahit Sandığı’nı taşıyanlar Erden’e vardıkları ve sandığı taşıyan kahinlerin ayakları suların kıyısına battığı zaman,yukarıdan inen sular çok uzakta Tsaretan yanında olan Adam şehrinde bir yığın halinde durup yükseldiler ve Araba Deniz’ine, Tuz Deniz’ine inen sular tamamen kesildiler ve kavm Eriha’nın tam karşısına geçtiler.Ve Rab’bin Ahit Sandığı’nı taşıyan kahinler Erden’in ortasında kuru yerde ayak pekiştirip durdular ve bütün millet tamamen Erden’den geçinceye kadar,bütün İsrail kuru yerden geçtiler.
Tevrat, Yeşu Bahsi, Bap 4, Ayet 15-18
Ve Rab, Yeşu’a söyleyip dedi: Şehadet Sandığı’nı taşıyan kahinlere Erden’den çıksınlar diye emret. Ve Yeşu kahinlere: ‘Erden’den çıkın’ diye emretti.Ve vaki olduki Rab’bin Ahit Sandığı’nı taşıyan kahinler Erden’in ortasından çıktıkları ve ayak tabanları kuru yere bastıkları zaman,Erden suları yerlerine döndüler ve evvelce olduğu gibi bütün kıyılarını taşarak aktılar.
Göç sırasında İsrailoğulları’nın önlerine çıkan şehirlerin zaptedilmesi esnasında da Ahit Sandığı yine sahnedeydi.Düşmanları yenmek için onun verdiği güçten faydalanılıyordu. Örneğin Eriha şehrinin zaptedilmesinin anlatıldığı Yeşua Bahsi, Bap 6 da yine On Emir Sandığı’ndan söz edilmektedir.Bundan sonra sandık, 1. Samuel Bahsi’nde tekrar geniş bir anlatımla karşımıza çıkmaktadır.
Tevrat, 1. Samuel Bahsi, Bap 4, Ayet 3
Ve kavm ordugah’a geldi ve İsrail İhtiyarları dediler: Niçin bugün Rab bizi Filistiler’in önünde vurdu? Şilo’dan Rab’bin Ahit Sandığı’nı yanımıza alalım ve aramıza gelsin ve bizi düşmanlarımızın elinden kurtarsın.Ve kavm Şilo’ya adam gönderdi ve kerubiler üzerinde oturan ordular Rab’bin Ahit Sandığı’nı oradan getirdiler ve Eli’nin 2 oğlu Hafni ile Finehas Allah’ın Ahit Sandığı ile beraber orada idiler.
Ve Rab’bin Ahit Sandığı ordugaha girdiği zaman bütün İsrail büyük bağırışla bağırdılar ve yer ses verdi. Ve Filistiler bağırış gürültüsünü işitip dediler: İbranileri’n ordugahında bu büyük bağırış gürültüsü nedir? Ve ordugaha Rab’bin Sandığı geldiğini bildiler. Ve Filistiler korktular.Çünkü dediler: ‘Ordugaha Allah geldi’ ve dediler: Vay bize, çünkü bundan evvel böyle bir şey olmamıştı.Vay bize, bu kuvvetli ilahların elinden bizi kim kurtaracak.Çölde Mısırlı’ları her türlü belalarla vuran ilahlar bunlardır.Ey Filistiler kuvvetli olun ve erkekçe davranın ve cenk edin.Ve Filistiler cenk ettiler ve İsrail vuruldu ve herkes kendi çadırına kaçtı ve çok büyük kırgın oldu.Çünkü İsrail’den otuzbin yaya düştüler ve Allah’ın Sandığı alındı ve Eli’nin 2 oğlu Hafni ve Finehas öldüler.
Bu bahiste görüldüğü gibi On Emir Sandığı, Filistiler’le yapılan savaşta yenilgi sonrası onlara kaptırıldı.Sonraki olaylarda,savaşta hayatta kalan bir Musevi geri dönerek kralına,sandığın kaybedildiğini anlattı.Yaşlı kral bunu duyunca dayanamayarak öldü.
Ancak mukaddes sandık Filistiler’e hayır getirmiyordu.Sandığı kendi putları Dagon’un yanına koyunca Dagon,hem yere düştü, hem de başı ve kolları parçalandı.Aynı zamanda Filisti halkına bir de hastalık musallat olmuştu.Başlarına gelen bu felaketlerin sandık yüzünden olduğunu anlayan filisti kahinleri, sandığın lanetinden kurtulmak için onu,ülkenin başka şehirlerine gönderdilerse de, lanet bu şehirleri de vurunca onu, musevilere iade etmeye karar verdiler.
Sandığın ne şekilde iade edileceği de bir başka problemdi.Çünkü yabancı bir ırkın tanrısına ait mukaddesat yüzünden, o ırkın tanrısı kızdırılmış ve bu tanrı kendilerini cezalandırıyordu.Dolayısıyla bu durumda, bu başka ırkın tanrısının öfkesini dindirecek bir şeyler yapılmalıydı.Bu amaçla Filisti’ler, altından 5er adet ur ve fare heykeli yaptılar.Boyunduruk vurulmamış, emziren 2 inek bularak yeni bir arabaya koştular.Daha sonra On Emir Sandığı ve heykeller bu arabaya konularak, inekler salıverildi.Hayvanlar doğrudan musevilerin memleketine gitmezse Filistiler, başlarına gelen felaketlerin sandıktan değilde, tesadüf olduğuna inanacaklardı.Fakat böyle olmadı ve hayvanlar doğruca İsrailoğulları’na gitti.Onları sınıra kadar takip eden Filisti liderleri, burada takibi bıraktılar. Ahit Sandığı’nın geri geldiğini gören museviler ise, tabiidir ki buna çok sevindiler.Fakat Ahit Sandığı’nın içine bakma hatasına düşenlerden 70 tanesi, Allah’ın gazabına uğrayarak öldüler.Bunun üzerine museviler yas tuttular.Nihayet Ahit Sandığı, ileri gelen museviler tarafından Abinadab diye birinin tepedeki evine götürülerek, oraya kondu.
Tevrat’ta bahsedilen bu olaydan,Kur-an ı Kerim de söz etmektedir.
Kur-an, Bakara Suresi, Ayet 248
Peygamberi onlara dediki: Gerçekte onun hükümdarlığının alameti size tabutun (On Emir Sandığı) geri gelmesidir ki, onda Rab’bınızdan bir sekine ve Musa Hanedanı ile Harun Hanedanı’nın terk ettiklerinden bir kalıntı vardır.Melekler onu yüklenecektir.Şayet inananlardan iseniz şüphe yokki bunda,sizin için kesin bir ayet vardır.
İsrailoğulları Filistiler’e yenildikten sonra yaşlı kralları da ölmüş ve yeni kralları hükümdarlığını kabul ettirmekte güçlük çekiyordu.Bu ayette onun gerçek kral olduğunun belirtisi olarak,sandığın geri gelmesi gösterilmekte ve sandıktaki kalıntılardan bahsedilmektedir.Bazı islam alimleri bu kalıntıların On Emir Levhaları, Hz.Musa ve Harun’un asaları ile elbiseleri olduğu tahmin etmektedir.
Hz.Davud’un İsrailoğulları’nın başına geçtiği zamana kadar orada kalan sandık,bu dönemde yerinden alınarak yine maceralı bir yolculuk sonrasında Hebron’a yani Arapça adıyla Halil şehrine getiriliyor.
Tevrat, 2. Samuel Bahsi, Bap 6, Ayet 3
Ve Allah’ın Sandığı ile beraber onu, tepede olan Abinadab’ın evinden kaldırdılar ve Ahyo sandığın önünde yürüyordu.Ve Davud’la bütün İsrail evi, servi ağacından her çeşit çalgılarla ve çenklerle ve santurlarla ve tefler ve çıngıraklar ve zillerle Rab’bin önünde oynuyorlardı.
Ve Nako’nun harman yerine geldiler ve Uzza Allah’ın Sandığı’na elini uzatıp tuttu.Çünkü öküzler tökezlemişlerdi.Ve Uzza’ya karşı Rab’bin öfkesi alevlendi ve düşüncesizliği yüzünden Allah,orada onu vurdu ve orada, Allah’ın Sandığı yanında öldü.
Ve Davud öfkelendi.Çünkü Rab,Uzza’yı vurmuştu.Bugüne kadar o yere Perets Uzza denir.
Ve Davud o gün Rab’den korkup dedi: ‘Rab’bin Sandığı yanıma nasıl gelecek?’.Ve Davud,Rab’bin Sandığı’nı yanına,Davud şehrine taşımak istemedi ve onu Gat’lı Obed Edom’un evine saptırdı.Ve Rab’bin Sandığı 3 ay Gat’lı Obed Edom’un evinde kaldı ve Rab Obed Edom’u ve bütün evini bereketli kıldı.
Ve Kral Davud’a Rab, Obed Edom’un evini ve ona ait olanların hepsini Allah’ın Sandığı’ndan dolayı bereketli kıldı diye bildirildi.Ve Davud gidip Obed Edom’un evinden Allah’ın Sandığı’nı, Davud şehrine sevinçle çıkardı.(Kudüs)
Ahit Sandığı’nın Davud şehrine yani Kudus e getirilmesi ve Kudus kentinin kurulması MÖ 2000 yıllarına denk gelmekte ve Tevrat’ta 1. Tarihler bahsinde anlatılmaktadır.
Tevrat, 1. Tarihler Bahsi, Bap 15,Ayet
Ve Davud kendisi için, Davud şehrinde evler yaptı ve Allah’ın Sandığı için yer hazırladı ve onun için çadır kurdu.O zaman Davud dedi: Levililer’den başkası Allah’ın Sandığı’nı taşıyamaz.Çünkü Allah’ın Sandığı’nı taşımak için Rab, onları seçti.
Ve Davud, Rab’bin Sandığı için hazırlamış olduğu yere onu çıkarmak üzere bütün İsrail’i, Yeruşalim’e topladı.Ve onlara dedi: Siz, Levililer arasında atalar evlerinin başlarısınız, siz ve kardeşleriniz kendinizi takdis edin ve İsrail’in Allah’ı Rab’bin Sandığı’nı, onun için hazırlamış olduğum yere çıkarın.Çünkü geçen sefer siz taşımadınız, bizde onu usule göre aramadık diye Allah’ımız Rab, bizi vurdu.Ve İsrail, Allah’ı Rab’bin Sandığı’nı çıkarmak için, kahinlerle Levililer kendilerini takdis ettiler. Ve Rab’bin sözüne göre, Musa’nın emretmiş olduğu gibi Levi oğulları Allah’ın Sandığı’nı, kolları kendi omuzları üzerinde olarak onu taşıdılar.
Sandık, Kudus te tahminen tapınak dağındaki çadıra yerleştirildikten sonra Hz.Davud, ona hizmet etmek için yine Levililer’den adam tahsis etmişti.
Hz.Davud’un ölümünden sonra Hz.Süleyman, musevilerin başına geçince ,Allah adına gösterişli bir mabed yapmaya karar verdi.Bu mabed, Kudüs’ün en yüksek noktasına muhteşem bir şekilde inşa edilecek ve On Emir Sandığı’da, kutsalların kutsalı olarak tapınağın içine yerleştirilecekti.
Tevrat, 1.Krallar Bahsi, Bap 6, Ayet 19
Ve evin en içeri tarafında, Rab’bin Ahit Sandığı’nı koymak için bir iç oda hazırladı.
Bu dönemde sandık Kudüs’te Sion Tepesi’nde bulunuyordu.Sandığın buradan alınıp,Tapınak Dağı’na getirilmesi de şöyle anlatılmaktadır:
Tevrat, 1.Krallar Bahsi, Bap 8, Ayet
O zaman Süleyman, İsrail’in ihtiyarlarını ve sıptların bütün başlarını, İsrailoğulları’nın atalar evleri emirlerini,Rab’bin Ahit Sandığı’nı Davud şehri olan Sion’dan yukarı getirmek için Yeruşalim’e, Kral Süleyman’ın yanına topladı.Ve bütün İsrail erleri yedinci ay olan Etanim ayında, bayramda Kral Süleyman’ın yanına toplandılar.Ve bütün İsrail ihtiyarları geldiler ve kahinler sandığı kaldırdılar.Ve Rab’bin Sandığı’nı, toplanma çadırını ve çadırda olan bütün mukaddes takımları yukarı getirdiler.Bunları kahinler ve Levililer yukarı getirdiler.
Ve Kral Süleyman ve kendi yanına toplanmış olan bütün İsrail Cemaati, onunla beraber sandığın önünde idiler.Çoklukça sayılamaz ve hesap edilemez koyunlar ve öküzler kurban ediyorlardı.Ve kahinler Rab’bin Ahit Sandığı’nı içeriye, yerine, evin iç odasına,Kutsülakdas’a kerubilerin kanatları altına getirdiler.Çünkü kerubiler, kanatlarını sandığın yeri üzerine geriyorlardı ve kerubiler sandığı ve onun sırıklarını yukarıdan örtüyorlardı. Ve sırıklar o kadar uzundu ki, sırıkların uçları iç odanın önündeki mukaddes yerden görünüyorlardı.Fakat dışardan görünmüyorlardı.Ve bugüne kadar oradadırlar.İsrailoğulları Mısır Diyarı’ndan çıktıkları zaman, Rab’bin onlarla ahdettiği Horeb Dağı’nda, sandığın içinde Musa’nın koymuş olduğu iki taş levhadan başka bir şey yoktu.
On Emir Sandığı, Hz.Süleyman Mabedi’ne yerleştirildikten sonra Babil Kral’ı Nebukatnezar ın MÖ 586 da Kudüs’ü istila edip,tapınaktaki kutsal emanetleri yağmalaması ve musevileride Babil’e sürgüne yollamasına kadar orada kaldı. Yılda bir kez başhaham sandığın yanına girip dua ediyor ve başkaca kimse giremiyordu.
Tevrat, 2.Krallar Bahsi, Bap 24, Ayet 11-15
Ve Babil Kral’ı Nebukadnezar şehre geldi ve kulları onu kuşatmakta idiler ve Yahuda Kral’ı Yehoyakin,anası ve kulları ve reisleri ve kızlarağaları ile beraber Babil Kralı’na çıktı ve krallığının 8. yılında Babil Kral’ı onu aldı.Ve Rab’bin söylemiş olduğu gibi, Rab Evi’nin bütün hazinelerini ve kral evinin hazinelerini oradan çıkardı ve İsrail Kral’ı Süleyman’ın, Rab’bin Mabedi’nde yapmış olduğu bütün altın kapları parça parça etti.Ve bütün Yeruşalim’i ve onbin sürgün olarak bütün reislerle cesur yiğitlerin hepsini ve bütün dülgerlerle demircileri sürdü,memleket kavmının fakirlerinden başka kimse kalmadı.
Aslında, bu noktada Ahit Sandığı’nın tarihi izleri bitmektedir. Çünkü Tevrat’ta Babil’e götürüldüğü yazılı olan altın,gümüş ve tunç mukaddesatların yanında, Ahit Sandığı’ndan bahsedilmemektedir. Dolayısıyla kuşatma sırasında sandığın herhangibir şekilde kaçırılarak saklandığımı, Babilli’ler tarafından tahrip edildiğimi yoksa kıymetli mukaddesatlarla birlikte Babil’e mi götürüldüğü, kesin olarak bilinmemektedir. Ahit sandığı Babil e götürülse Babilin bununla övünmesi ve Musevilerde yas tutmuş olması gerekirdi. Ancak bununla ilgili hiçbir kayıt yoktur.
Musevilerin Babil’de geçirdikleri sürgün yıllarından sonra Fars Kralı Koreş, hükümdarlığı ele geçirince, yahudilerin ülkelerine geri dönmelerine ve yıkılan tapınaklarını yeniden yaptırmalarına izin verdi ve Hz.Süleyman Mabedi’nden alınan kıymetli mukaddesatı da, onlara teslim etti.
Tevrat,Ezra Bahsi,Bap1,Ayet 7-11
Ve Kral Koreş,Nebukadnezar’ın Yeruşalim’den (Kudüs) çıkarmış ve ilahlarının evine koymuş olduğu Rab Evi’nin kaplarını çıkardı.Ve Fars Kral’ı Koreş bunları hazinedar Mitredat’ın eliyle çıkardı ve onları Yahuda Bey’i Şeşbatsar’a sayı ile verdi.Ve onların sayısı şudur: Otuz altı leğen,bin gümüş leğen,yirmidokuz bıçak,otuz altın tas,dörtyüzon parça ikinci çeşit gümüş tas ve bin parça başka kaplar.Bütün altın ve gümüş kaplar beşbindörtyüz parça idi.Sürgünler Babil’den Yeruşalim’e getirildiği zaman Şeşbatsar bu kapların hepsini getirdi.
Bu ayetlerden de anlaşılabileceği gibi On Emir Sandığı, Babil’den yeni yapılan tapınağa geri götürülen mukaddesatlar arasında sayılmamaktadır.Dolayısıyla sandık büyük bir ihtimalle Babil’e hiç gelmemiş ya da orada kaybolmuştur.
Sonradan yazılan bazı metinlerde kahin Yeremya nın tehlikeyi önceden gördüğü ve sandığı alıp gizlediği yazılıdır. Yine bir teoriye göre sandığı gömenler savaş sırasında hepsi ölmüş yada aklını kaçırmıştı. Dolayısıyla sandık Kudus un gizli mağaralarından birinde olabilir. Akasya ağacı çok sert ve dayanıklı bir yapıya sahip olduğundan çürümeden günümüze kadar kalmış olması ihtimal dahilindedir. Tutankamon un tabutlarıda akasya ağacından olup günümüze ulaşmayı başarmıştır. Bazı araştırmacılar gayriresmi olarak Kudus mağaralarında sandığı gördüklerini söyleselerde bir delil gösterememişlerdir. Yine İsrail hükümeti tapınak tepesi altında yaptığı bazı arkeolojik çalışmalarla sandığı aramış ve bu çalışmalar mescitlere zarar vereceği sebebiyle problem olmuştur.
5 yerde olabilir. Babil roma kudus etopya istanbul
ALTI KOLLU ŞAMDAN
Hz.Musa ve İsrailoğulları, Mısır’da ki zulumdan kurtulup vaadedilmiş topraklara yaptıkları yolculuk sırasında,Sina Dağı’nda Allah, Hz.Musa ile konuştuğu zaman ona,bazı mukaddesatların yapılmasını emretmişti. On Emir Sandığı, Akasya Ağacı’ndan bir sofra, kurbanların kesileceği bir mesken, dini ayinlerde kullanılacak birtakım giysiler ve somaltından imal edilecek olan altı kollu şamdan bunlardan en önemlileriydi.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 25, Ayet 31-40
Ve halis altından bir şamdan yapacaksın.Şamdanın ayağı ve direği döğmeci işi olacak.Kadehleri,yumruları ve çiçekleri kendinden olacaklar ve şamdanın 3 kolu bir yanından ve şamdanın 3 kolu obir yanından olmak üzre onun yanlarından çıkan 6 kol olacaktır.Bir kolda badem çiçeği şeklinde 3 kadeh,bir yumru ve bir çiçek ve diğer kolda da aynısı olacak.
Şamdandan çıkan 6 kol için böyle olacaktır.Şamdandan çıkan 6 kol için iki kol altında kendinden bir yumru, iki kol altında kendinden bir yumru ve iki kol altında kendinden bir yumru olacaktır.Onların yumruları ve kolları kendisinden olacak, hepsi bir dövmeci işi,halis altından olacaktır.Ve onun kandillerini 7 tane yapacaksın ve karşısına ışık versin diye onun kandillerini yakacaklar.Ve makasları ve tablaları halis altından olacak. Bütün bu takımlarla beraber, bir talant(ölçü birimi) halis altından yapılacaktır.Bak ve dağda sana gösterilen örneklerine göre yap.
Rab, sözkonusu diğer mukaddesatlarında nasıl yapılacağını, aynı Altı Kollu Şamdan’da olduğu gibi detaylı bir şekilde anlatıyor ve ardından da Hz.Musa’dan, onları takdis ederek mukaddes yapmasını istiyordu.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 30, Ayet 26-29
Ve toplanma çadırını ve şehadet sandığını ve sofrayı ve onun bütün takımlarını ve şamdanı ve onun takımlarını ve buhur mezbahını ve onun bütün takımlarını ve kazanı ve ayağını onunla meshedeceksin.Ve onları takdis edeceksin ve ziyadesiyle mukaddes olacaklar.Onlara her dokunan şey, mukaddes olacaktır.
Hz. Musa, Tur-u Sina’dan indikten sonra kavmini topladı ve Allah’ın kendisine bildirdiği emirleri onlara anlattı.Ayrıca kavmin ustalarından da, Rab tarafından istenen mukaddesatların imal edilmesini istedi.Onlarda bu mukaddesatları imal ettiler.
Tevrat, Çıkış Bahsi, Bap 37, Ayet 17-24
Ve şamdanı halis altından yaptı.Şamdanı,ayağını ve direğini dökmeci işi olarak yaptı.Kadehleri,yumruları ve çiçekleri kendisindendiler.Ve şamdanın bir yanında üç kolu ve şamdanın obir yanında üç kolu olmak üzere onun yanlarından 6 kol çıkıyordu.Bir kolda badem çiçeği şeklinde 3 kadeh, bir yumru ve bir çiçek ve obir kolda aynısı vardı.Şamdandan çıkan altı kol böyleydi.Ve şamdandan çıkan 6 kol için, iki kol altında kendisinden bir yumru ve iki kol altında kendisinden bir yumru ve iki kol altında kendisinden bir yumru vardı.Yumruları ve kolları kendisindendi.Hepsi halis altından bir dövmeci işi idi.Ve
yedi tane olarak onun kandillerini ve makaslarını ve tepsilerini halis altından yaptı.Onu ve bütün takımlarını, bir talant halis altından yaptı.
Mukaddesatların tamamı yapıldıktan sonra İsrailoğulları, onları Hz.Musa’ya getirerek kontrol ettirdiler.Hz.Musa’da, mukaddesatların Allah tarafından istenilen gibi yapıldığını görünce, onları takdis etti.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 39,Ayet 42-43
İsrailoğulları, Rab’bin Musa’ya emrettiği her şeye göre bütün işi böyle yaptılar ve Musa bütün işi gördü ve işte onu yapmışlardı.Rab,nasıl emretti ise onu öyle yapmışlardı ve Musa onları mübarek kıldı.
Daha sonra Allah, mübarek kılınan mukaddesatların, o günün ibadethanesi olan toplanma çadırına nasıl konacağını Hz. Musa’ya söyledi.
Tevrat,Çıkış Bahsi,Bap 40, Ayet 1-4
Ve Rab Musa’ya söyleyip dedi: Toplanma çadırının meskenini birinci ayın birinci gününde kuracaksınve oraya şehadet sandığını koyacaksın ve sandığı perde ile gizleyeceksin ve sofrayı içeri getireceksin ve üzerindeki şeyleri dizeceksin ve şamdanı içeri getireceksin ve kandillerini yakacaksın.
Hz.Musa’da bu emir üzerine şamdanı toplanma çadırının içine, sofranın karşısına,meskenin kuzey tarafına koyarak kandilleri yaktı.Geceleri şamdan,kutsal meskeni aydınlatıyordu.
AZİZ JANUARİUS’UN KANI
Mayıs,eylül ve aralık aylarında yılda 3 kez olmak üzere inananlar, bir mucizeye tanıklık edebilmek amacıyla, İtalya’da, Napoli’de ki bir katedrale akın etmektedirler.Küçük bir cam şişede bulunan Aziz januarius’un kurumuş kanı, acaba sıvılaşacakmı? Sözkonusu
Gelenek ortaçağdan bu yana sürmektedir.
Aziz Januarius,Benevento’nun rahibi, MS 305 yılında Napoli yakınlarındaki Pozzuoli’de şehit edilmişti.Ancak Januarius’un hayatının detayları ve ölümü, çok net değildir.İmparator Diocletian, o zamanlar hristiyanlara uygulanan standart cezayı, Januarius’a da uygun görmüştü. Bir arenada vahşi hayvanlara yem edilmek.Fakat efsaneye göre hayvanlar, böylesine kutsal bir şahsiyetle karşılaşınca geri durdular.Ancak inançsız imparator, durumdan etkilenmeyip Januarius’u cellata verdi ve kararı infaz ettiler.
5.YY da şehidin kemikleri,onunla birlikte gömülen ve kanını içerdiği söylenen iki küçük kavanozla birlikte Napoli’ye getirildi ve burada bulunan bir kilisede saklanmaya başladı.Januarius bu sayede kısa sürede ünlendi ve Vatikan tarafından aziz olarak kabul edildi.
Daha sonra kemikler Napoli Katedrali’ne getirildi.Aziz’in başı ve kanı katedralde özel bir bölüme konurken diğer kemikler, katedralin bodrumuna gömüldü.
Dikkate değer olarak kaydedilen aşikar ilk mucize,yani azizin pıhtılaşmış kanının sıvılaşması ilk olarak 1389 da, yani Januarius’un ölümünden 1000 yıl sonra kaydedilmiştir.
O dönemde günlük tutan biri, mucizeyi şöyle not etmişti: 17.günde tanrımız, Aziz Januarius’un kanı ile bize bir mucize gösterdi.Kavanozda ki pıhtılaşmış kan, sanki canlı Januarius’un vücudunda imiş gibi sıvılaştı.
Günümüzde, katedralde mucizeyi görmek için toplanan kalabalıklar ve televizyonları başında seyreden milyonlar azizin kanından, yalnızca sıvılaşmasının dışında daha başka şeylerde beklemektedir.Katoliklerin ruhani merkezi Vatikan’ın tüm karşı çıkmalarına rağmen bu olayın, Napoli halkı için ilerideki günlerin nasıl geçeceğini gösterdiğine inanılmaktadır.inanışa göre, eğer kan pıhtılaşırsa verimli aylar yaşanacak, fakat pıhtılaşmazsa felaketler olacaktır.
Örneğin 1631 de 3000 kişinin ölmesi ile neticelenen Vezüv Yanardağı’nın patlaması olayının, Aziz januarius’un kanının pıhtılaşmadığı bir seromoniden, hemen sonra olduğuna inanılır.
Kanın pıhtılaşması ile ilgili dini ayin, her defasında aynıdır.Azizin kafatası yüksekçe bir sunağa konur.Daha sonra kanı içeren kavanoz,inananların duaları arasında kafatasının yanına getirilir.Bu sayede azizin ruhunun, olay üzerinde tam olarak etkili olmasının sağlandığı düşünülmektedir.
Sıvılaşma olayı ise, her zaman aynı değildir,kararsızdır.Sıvılaşma olmadığı takdirde rahip, kavanozu ters çevirir.Herşey yolunda giderse siyah kalın kan pıhtısı, kırmızıya dönerek
sıvılaşır.Bazen de hacmi artar ve hatta köpüklenir.Böyle olduğu takdirde rahip ilan eder: ‘Mucize gerçekleşti.’İnananlar ilahiler söylemeye başlar ve katedrali dolduranlar, mucizenin gerçekleştiği kavanozu öperler.
Dindar katolikler için, olayın açıklaması basittir.Bu, tanrının gizemli bir mucizesidir ve Aziz Januarius’un, hala Napoli halkının mutluluğu ile ilgilendiğinin de delilidir.Bilim adamları ise, her zaman olduğu gibi olaya daha şüpheci yaklaşmaktadır.Ancak, kavanoz içindeki kanın incelenmesine kilise yetkilileri izin vermediği için, geçerli bir bilimsel açıklama mevcut değildir.
Bazı bilim adamları kan pıhtılarının mum içerdiğini, rahibin sıcak elleri arasında eriyerek sıvılaşma efekti verdiğini iddia etmektedirler.Bazıları ise sığır kanı ve İngiliz tuzundan başka bir şey olmadığını söylemektedir.
Özellikle ortaçağda, mukaddes emanetlere ilgi çok fazlaydı.Bu sebeple çok yüksek fiatlara alınıp satılabilen bu tip mukaddesatların taklitleri de, sahtekarlar tarafından bol miktarlarda üretiliyordu.Örneğin, İngiltere Canterbury’de katledilen Rahip Thomas Becket’in
kanı da, takipçileri tarafından alınmış ve iyi pazar bulmuştu.
Ekim 1991 de, Nature adlı bilimsel bir dergide, konuyla ilgili olarak üç İtalyan ilim adamının yorumları yayınlandı.Onlara göre kavanoz içindeki sıvılaşan kan, ortaçağdaki hilebaz simyacılar tarafından üretilmişti.Çünkü bu dönemde farklı amaçlarla maddeleri birbirine karıştıran simyacılar,aynı zamanda kimya biliminin de temellerini atıyordu.Özellikle mukaddes emanetlere ödenen büyük paralar ve sahibine getirdiği şöhret göz önünde tutulunca sahte mukaddes emanet üretimi müthiş cazip bir işti.İlim adamlarına göre kanın içine konan özel bir jel sayesinde, kavanoz hareket edince yada sallanınca sıvılaşıyor, sabit durunca ise katılaşıyordu.Dini ayin sırasında rahibin, defalarca kavanozu salladığı, ters çevirdiği ve sertçe hareketler yaptırdığına dikkat etmişlerdi.Bu da teorilerini destekliyordu.
Bu iddia üzerine, Milano S.Paolo Hatanesi’nden 2 doktor ve Padua Üniversitesi’nden bir kimyacı, mucizenin ilk ortaya çıktığı 14. YY da bulunabilecek malzemeleri kullanarak, azizin kanının görünümüne benzer bir karışım hazırlamaya karar verdiler.Böylece, azizin kanının hile olabileceğini ispat etmiş olacaklardı.Sonuç enteresandı.Deniztuzu, mermertozu ve kalsiyumkarbonat kullanarak bir karışım hazırladılar.Canlı kırmızı rengi vermek için ise, Napoli’de ki Vezüv Yanardağı’ nın eteklerinde bulunabilen ve demirklorür içeren bir madde kullandılar. Bunu sulandırıp karıştırarak salladıklarında,azizin kanına çok benzeyen bir sıvı elde ettiklerini gördüler.
Buluş, bütün dünyada gazetelerde geniş ilgi gördü.Ancak yılda 3 kez, Aziz Januarius’un cennetten organize ettiği mucizeyi görmeye gelen hristiyan hacıların inancını sarsmaya yetmedi.
Güney İtalya, günümüzde dahi suç oranının çok yüksek olduğu ve mafyanın hala büyük ölçüde etkinlik gösterdiği bir bölgedir.Ancak Aziz Januarius’un kanının sıvılaşacağı mucize günlerinde, basit suçlular ve suç örgütleri bile olaya hürmeten, o günlerde illegal eylemlerine ara vermektedir.Napoli Emniyet’i sözkonusu günlerde, suç oranının hemen hemen sıfır olduğunu ifade etmektedir.Aslında kanın sıvılaşma mucizesi dışında yalnızca bu olay bile, Aziz Januarius’un günümüzde gerçekleştirdiği gerçek bir mucizedir.
- İSA’NIN KEFENİ
İtalya’da, Torino Katedrali’nde bulunan ve her yıl binlerce hristiyan hacının ziyaret ettiği bir kumaş parçasının,hristiyan dünyasının en önemli mukaddes emaneti olan, Hz.İsa’nın Kefen’i olduğuna inanılmaktadır.
Aslında diğer hristiyan kutsal emanetlerinde de olduğu gibi, Hz.İsa’nın Kefeni olduğu iddia edilen çok sayıda kumaş ve bu kefenlerin gerçekliği konusunda ciddi tartışmalar olmasına rağmen Torino Kefen’inin bazı ilginç özellikleri, onu ön plana çıkarmaktadır.
Kefenin tarih sahnesinde belirmesi, Hz.İsa’nın ölümünden yaklaşık 1200 yıl sonra
gerçekleşti.1203 yılında askeri tarihçi Robert De Clari kayıtlarında, 4. Haçlı Seferi sırasında,üzerinde İsa’nın imajının bulunduğu bir kefen gördüğünü ve kargaşa sırasında kaybolduğunu belirtmiştir. Ancak bu kefenin Torino Kefen’i olduğu kesin değildir.
Torino Kefen’i daha sonra 1357 de, küçük bir Fransız kasabası olan Lirey’de tekrar ortaya çıkmaktadır.Şövalye Geoffrey De Charny kefeni, para karşılığında halka göstermeye karar vermişti. O dönemlerde, sevilen bir mukaddes emanetten büyük gelirler elde etmek mümkündü.Mevcut durum üzerine bölgenin piskoposu, kefendeki soluk insan imajının boyama olduğu ve dolayısıyla kefenin de sahte olduğu gerekçesi ile, Charney’i Papa’ya şikayet etti. Sağlığında kefenin mevcudiyeti ile ilgili sorulara müphem cevaplar veren şövalyenin ölümünden sonra emanet, varislerinden Margaret’in eline geçti.
Margaret’in,1453 te kefeni Savoy Dükü’ne verene kadar, düzenli olarak halka teşhir ettiği bilinmektedir. Kefen Savoy Dükü’nün eline geçtikten sonra oğlu, bu kutsal emanetin şerefine bir kilise yaptırdı ve kefeni içine koydu. 1532 de bir yangın esnasında biraz zarar gören kefen rahibeler tarafından tamir edildi.1578 de Savoy Dükü’nün Torino’ya taşınmasıyla kefen de sarayın yanındaki katedrale yani bugünkü yuvasına getirildi.
Kefenin uluslararası üne kavuşması ise 1898 de bir tesadüf sonucu gerçekleşmiştir.Ziyaretçilerden olan amatör fotoğrafçı Secondo Pia, kefenin fotoğrafını çekip karanlık odada negatifini incelediğinde gözlerine inanamadı.Çünkü kefende çıplak gözle görülebilen müphem insan silueti şekli çok net bir şekilde ortaya çıkıyordu.Yani kefenin kendisi bir çeşit film negatifi gibiydi.Bu andan itibaren kefen tüm dünyanın ilgisini çekmeye başladı.Herkes 2 sorunun cevabını arıyordu.
1-Kefen gerçekten Hz.İsa’ya mı aitti?
2-Bu tuhaf film negatifi etkisi kumaşta nasıl oluşmuştu?
Kefenin kendisi 434cm uzunluğunda ve 109 cm genişliğindedir.Üzerinde, 181 cm uzunluğunda,omuzlarına kadar uzun saçlı ve sakallı bir adamın sarımsı kahverengi, soluk silueti görülmektedir. Siluetteki diğer izler İncil’de anlatılan Hz.İsa’nın çarmıha gerilmesi olayındaki yaraların yerleri ve şekilleri ile uyum göstermektedir.
Hz.İsa’nın başına konulan dikenli tacın sebep olduğu çizikler,ağır çarmıhı taşırken omuzunda oluşan çürükler,kamçı izleri,elbilekleri ve ayaklar hizasındaki, çivilenmeye ait olduğu söylene kan lekeleri,ayrıca sağ göğüste 5. ve 6. kaburgalara denk gelen konumdaki kan ve berrak bir sıvının izleriki bunun, Hz.İsa’yı çarmıhtayken bekleyen askerlerden birinin,
ölüp ölmediğini anlamak maksadıyla onun göğsünü mızrakla delmesiyle ilgili olduğu düşünülür, hepsi İncil’de anlatılanlara tıpatıp uyuyordu.
Yuhanna İncil’i, Bap 19,Ayet 2
Askerlerde dikenlerden bir taç örüp,onun başına koydular ve ona erguvani bir esvap giydirdiler.
Yuhanna İncil’i,Bap 19, Ayet 17
O vakit İsa’yı aldılar. O, İbranice Golgota denilen, kafa kemiği adındaki yere kendi haçını taşıyarak çıktı.
Yuhanna İncil’i, Bap 19, Ayet 34
Fakat askerlerden biri onun böğrünü mızrakla deldi.Hemen kan ve su çıktı.
Yuhanna incil’i, Bap 19, Ayet 40
O vakit İsa’nın cesedini alıp,yahudilerin gömme adeti üzre onu, baharlarla beraber keten bezlerine sardılar.
Kumaşın üzerindeki izlerin nasıl oluştuğuna dair çeşitli görüşler vardı:
Hz.İsa’nın ilahiyetinin delili olarak göğe yükseldiğinde meydana gelen ani radyasyon sebebi ile oluştuğuna inananlar vardır.
Hz.İsa’nın cenazesinin konduğu kireçtaşı kaya ve vücut sıvılarının kimyasal reaksiyonu sonucunda meydana gelmiş olabileceği iddia edilmiştir.
Cenazeden kefene geçen kan,ter ve vücuda sürülen baharatlar sebebiyle olduğunu söyleyenlerin tezini zayıflatan bazı bulgular mevcuttur.Öncelikle vücut ağırlığının tamamını taşıyan arka yüzdeki görüntünün daha belirgin olması gerekirdi.Halbuki ön ve arka yüzdeki imajın netliği aynıdır.Ayrıca kefen vücuda sarıldığı için oluşması gereken kıvrık ve katlanmış izler görülmemektedir.
Aslında Hz.İsa vefat ettiğinde, kendisine inananların sayısı sadece 12 idi.Dolayısıyla şöhreti yavaş yavaş yayılıyor olmakla beraber, henüz çok önemli bir zat haline gelmemişti.
Bu sebeple kendisine ait şahsi eşyaların bir kısmının havarilerce saklanması muhtemel olmasına rağmen,onunla ilgili her şeyin en küçük parçalarına kadar saklanması, oldukça düşük bir ihtimaldir.Çünkü o dönemde hiç kimse Hz.İsa’nın, gelmiş geçmiş en önemli şahsiyetlerden biri olacağını ve onunla ilgili her şeyin paha biçilmez hale geleceğini bilemezdi.Dolayısıyla herhangibirşeyi saklamaları için bir sebep yoktu.
Ancak Hz.İsa’nın vefatının ardından havariler, oldukça sıkı ve disiplinli çalışarak hristiyanlığı, çok sayıda kimseye kabul ettirmeyi başardılar.Vefattan 200-300 yıl sonra, 3.-4. jenerasyon hristiyanlar zamanında, özellikle Roma İmparatorluğu hristiyanlığı resmi din olarak kabul ettiğinde yeni din, geniş kitlelere ulaşmıştı.İşte ancak bu dönemde Hz.İsa, çok sayıda insan tarafından, çok önemli bir şahsiyet olarak kabul edilir olmuştu. İşte eğer bu dönemde Hz.İsa yaşıyor olsaydı, elinle tutuğu yada tesadüfen vücuduna değen her şey, altın kafesler içinde saklanırdı.
MS 400-500 yıllarında hristiyanlar, taptıkları insanın doğduğu,yaşadığı ve öldüğü
yerleri görmek üzere Kudüs’e gelmeye başladılar.İşte bu dönemden itibaren birtakım mukaddes emanetlerde, ortaya çıkmaya başladı.Tabiidirki bu mukaddes emanetler, sahiplerine şan,şöhret ve para kazandırıyordu. Ancak doğal olarak tahmin edilebileceği gibi, sözkonusu mukaddes emanetlerin gerçek olma ihtimali çok düşüktü.
Bilhassa Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’e giden birçok uyanık, beraberinde İncil’de anlatılan hertürlü olayla ilişkili birsürü materyalle dönüyordu.Örneğin Hz.İsa’nın gerildiği çarmıha ait olduğu söylenen parçaların tamamı bir araya getirilse, birkaç adet gemi inşa etmek mümkündü. Hatta bir dönem mukaddes emanetlerin çokluğundan bunalan Vatikan,gerçek bile olsa hiçbir nesnenin mukaddes emanet olarak kabul edilemeyeceğini deklare etti.
Netice olarak ilk bakışta bu kefenin de sahte olduğu rahatlıkla söylenebilirdi.Ancak hem kefenin sahip olduğu birtakım özellikler, hem de çeşitli zamanlarda değişik bilim adamları tarafından yapılan bazı deneyler, ortaya ilginç sonuçlar koyuyordu.
Geleneksel olarak Hz.İsa’nın, avuçiçlerinden çarmıha çivilendiği kabul edilmektedir.
Resim olsun,heykel olsun tüm tasvirler bu şekildedir.Halbuki adli tıp uzmanlarına göre avuçiçleri, bir insan vücudunun ağırlığını taşımak için çok zayıftır.Çivileme için doğru yer, elbileklerindeki 2 kol kemiği arası olmalıdır. Kefendeki izlerde, elbileğinden çivilenmeye uymaktadır.MS 4.YY da yasaklanan çarmıha germe yoluyla idamın bu şekilde yapıldığını, 13.YY ortaçağ insanının bilmesi çok zordu.
Kefendeki insan imajının gözlerine yerleştirilmiş olan demirpara izleri incelendiğinde bu paraların, MS 30-32 yıllarına ait olduğu görüldü.Yani Hz.İsa’nın vefat ettiği yıllara.Yine kefen üzerinde bulunan bazı polenler, Ortadoğu kökenli bitkilere aitti.
Ancak, kefenin gerçekliğini yalanlar nitelikte bilimsel araştırmalar da mevcuttu.
Kumaş, dokuma ketendi.Miladın ilk yıllarında, bu tip kumaş üretilemiyordu.Kumaşın üzerindeki insan imajı, elleriyle cinsel organını örtüyordu.Büyük bir ihtimalle kefeni hazırlayan, bu şekilde hareketle yoğun saldırıdan korunmuştu.Kumaşın üzerindeki kan lekeleri, geçen yıllar sonucunda siyahlaşması gerekirken, hala kırmızıydı.Detaylı araştırmalara rağmen 14.YY dan önce, kefenle ilgili herhangibir kayıda rastlanmıyordu. Yapılan mikroanalizlerde, kumaşın üzerindeki izlerin boyama suretiyle ortaya çıkarıldığını destekler nitelikte, boyar maddelere rastlanıldı.
Kefenin ortaçağda imal edildiğini savunanlar imajın kumaş üzerine nasıl çizildiğini bulmaya çalıştılar.Bu konuda mantıklı bir açıklama USA,Kentucky Üniversite’si uzmanlarından Dr. Joe Nickel’den geldi. Araştırmalarına göre 14.YY da negatif imaj sanatı olağandı.Dr.Nickell bir kumaşı öncelikle mür ve sarısabır özleriyle ıslattıktan sonra bir heykelin üzerine sardı.Kumaş kuruyunca onu kırmızı, demir içeren bir tozla sıvayınca ertesi gün sonuç,kefendeki görüntüydü.
Kefenin otantikliği ile ilgili iddialar, 1988 de bir nesnenin yaşını belirleyen en değerli test olan, karbon 14 testinin uygulanması ile, hemen hemen tamamen değerini kaybetti.İngiltere-Oxford, USA-Arizona ve İsviçre-Zürih’te ki labratuarlar, kumaşın %95 ihtimalle, ortaçağda, 1260-1390 yılları arasında üretildiğini açıkladılar.
1500 lü yıllarda geçirilen yangında kefen zarar görmüştü ve o dönemde kefenin rahibeler tarafından bazı bölgelerinin dikilerek tamir edildiği, karbon testi için alınan parçanın bu bölümden olduğu iddia edildi. Ancak vatikan başka parça vermeyi reddediyor.
Tüm bu negatif bulgulara rağmen, kefenin orijinal olduğuna inanan çok sayıda insan, inançlarını sürdürmeye devam etmektedir. Örneğin ziyaretçilerden biri, bir gazeteciye şöyle demişti ’Bu bulguları kabul edeceğim belki ama şuna inanıyorum ki, bilim istese kefenin gerçek olduğunu da ispat edebilirdi’. Yine bir başka inanan da ‘ Elimden geldiğince burayı ziyaret etmeye devam edeceğim. Ne derlerse desinler bu kumaş, benim için ölümünden sonra İsa’yı örten kumaş.’diyerek,doğru yada yanlış,bir kere inanmış olmanın ne derece önemli olduğunu ortaya koyuyordu.
NUH’UN GEMİSİ
Bütün dünyayı sular altında bırakan büyük bir tufan anlatımı, dünyadaki değişik yerleşimlerdeki birçok toplumun efsanelerinde geçmektedir.Tüm bu efsanelerdeki genel tema olayın ilahi bir ceza olduğu doğrultusundadır.
Sümer,Asur ve Babil kayıtlarına göre Khasisatra,ailesi,arkadaşları,kuşlar ve diğer hayvanlar bir gemi sayesinde tufandan kurtulmuşlardı.< Sular göğe doğru uzandı,okyanuslar kıyıları örttü ve nehirler yataklarından taştı.> Bir hafta süren sellerden sonra etrafta kara parçası olup olmadığını anlamak için, önce güvercin uçurdular. Geri döndü.Birkaç gün sonra karga gönderipte bu kez o geri gelmeyince, suların çekildiğini anladılar ve bir dağa indiler.
Yunan Mitolojisi’nde Deukalion ile eşi Pyrrha,çocukları ve çeşitli hayvanlarla beraber sandığa benzeyen bir tekne ile, sellerden kurtuldukları anlatılmaktadır.Sular çekildikten sonra bir tarlaya attıkları taşların kadınlar ve erkekler olmasını sağlayarak, yeni bir nesile vesile olmuşlardır.
İskandinav Efsaneleri’nde de Bergalmer ile eşi, büyük bir tekne ile tufandan kurtuldular ve insanları yeniden çoğalttılar.< Sular yükseldi,dünya karardı ve okyanus canavarları su yüzüne çıktı.Kayalık dağlar birbirine çarptı ve topraklar sulara gömüldü.Gökten parlak yıldızlar düştü ve alevler cennete kadar yükseldi.>
Ayrıca Hint,Çin, Aztek,İnka ve Maya Efsaneleri’nde de benzer konulara rastlanmaktadır.
Tufandan en detaylı olarak bahseden kaynaklar ise Tevrat ve Kur-anı Kerim’dir.Her iki kutsal kitaptada anlatıldığı üzere Nuh Kavmi, doğru yoldan sapmış,günahkar bir toplum haline gelmişti. Allah, Nuh Peygamberi halkını doğru yola getirmesi için görevlendirdi.Ancak insanlar Nuh peygambere inanmıyorlardı.Bunun üzerine Allah,Hz.Nuh’tan bir gemi yapmasını ve kendisine inanan insanlarla birlikte her hayvandan bir çifti bu gemiye bindirmesini istedi.Nuh,bu emri yerine getirdi.Bütün hayvanlardan bir çift ve kendisine inananlarla birlikte gemiye binerek Allah’ın büyük bir tufan olarak gösterdiği gazabından kurtuldular.Bir süre sonra sular çekilince karaya çıktılar ve insanlık yeniden temiz bir başlangıç yaptı.
Tevrat, Tekvin Bahsi,Bap 6, Ayet 13-20
Ve Allah Nuh’a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi.Çünkü onların sebebi ile yeryüzü, zorbalıkla doldu.Ve işte ben, onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim.Kendine gofer ağacından bir gemi yap.Gemide odalar yapacaksın ve onu içeriden ve dışarıdan ziftle ziftleyeceksin.Ve onu şöyle yapacaksın: Geminin uzunluğu üçyüz arşın,genişliği elli arşın ve yüksekliği otuz arşın olacaktır.Gemiye ışıklık yapacaksın ve onu yukarı doğru bir arşına tamamlayacaksın ve geminin kapısını yan tarafına koyacaksın.Alt,ikinci ve üçüncü katlı olarak onu yapacaksın. Ve ben,işte ben, göklerin altında, kendisinde hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için, yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum.Yeryüzünde olanların hepsi ölecektir.Fakat seninle ahdimi sabit kılacağım ve sen,seninle beraber oğulların ve senin karın ve oğullarının karıları gemiye gireceksiniz. Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayan,bütün beden sahibi olanlardan,her nevinden ikişer olarak gemiye getireceksin,erkek ve dişi olacaklar.
Tevrat, Tekvin Bahsi, Bap 7, Ayet 15-17
Ve kendisinde hayat nefesi olan her bedenden ikişer ikişer, gemiye, Nuh’un yanına girdiler.Ve girenler, Allah’ın ona emrettiği gibi, bütün beden sahiplerinden erkek ve dişi olarak girdiler ve Rab, onun üzerine kapıyı kapadı.Ve yeryüzünde 40 gün tufan oldu ve sular çoğalıp gemiyi kaldırdılar ve yerden kalktı.
Tevrat, Tekvin Bahsi, Bap7, Ayet 19-21
Ve yer üzerinde sular pek çok yükseldiler ve bütün gökler altında olan, bütün yüksek dağlar örtüldüler.Sular onbeş arşın daha yükseldiler ve dağlar örtüldüler. Ve yer üzerinde hareket eden bütün beden sahipleri,gerek kuşlar, gerek sığırlar ve hayvanlar ve yer üzerinde her sürünen ve her adam öldü.
Tevrat, Tekvin Bahsi, Bap8, Ayet 1-
Ve Allah Nuh’u ve onunla beraber gemide olan bütün hayvanları ve bütün sığırları hatırladı ve Allah yerin üzerinden bir rüzgar geçirdi ve sular alçaldı ve enginin kaynakları ile göklerin pencereleri kapandılar ve göklerden yağmurun ardı kesildi ve gittikçe sular yerden çekildiler ve yüzelligün bittikten sonra sular azaldılar.Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci gününde,Ararat Dağları üzerine oturdu.
Bu bölümde görüldüğü üzere Tevrat’a göre gemi, Ararat isimli bir yere oturmuştur.Kur-anı Kerim’de de geçen Nuh Peygamber olayıda yaklaşık aynı olmakla birlikte ,geminin oturduğu yerin ismi Cudi olarak anılmıştır.Ancak Arapçada Cudi, yüksek bir dağ manasına geldiğinden, bu kelime bir yer ismi olarak değil de, bir tanımlama olarak kabul edilmelidir. Yani Kur-an yalnızca geminin yüksek bir dağa oturduğunu ifade etmekte,hangi dağ olduğunu belirtmemektedir.
Kur-an, Hud Suresi, Ayet 38-44
Gemiyi yapıyordu.Kavmından herhangibir guruhta yanından geçtikçe, onunla eğleniyorlardı. Dedi: Bizimle eğleniyorsanız bizde sizinle sizin eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz.İleride bileceksiniz kime rüsvay edecek,azap gelecek ve daimi azap başına
inecek.
Nihayet emrimiz geldiği ve tennur feveran ettiği vakit dedikki: Yükle içine her birinden ikişer çift ve aleyhinde hüküm sebketmiş olandan maada ehlini ve iman edenleri.
Mamafih pek azından başkası beraberinde iman etmemişti.
Dedi: Binin içine Allah’ın ismiyle, mecrasından da,mürsasından da.Hakikat,rabbim şüphesiz bir gafur-u rahimdir.
Gemi içindekilerle birlikte dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu.Nuh,oğluna bağırdı.Ayrı bir yere çekilmişti.’Ey oğlum gel, bizimle beraber bin,kafirlerle beraber olma.’
dedi.
O,’Ben,beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.’ dedi.(Nuh) Bugün dedi,Allah’ın emrinden koruyacak yoktur,meğerki o rahmet buyura.Derken dalga aralarına giriverdi,o da boğulanlardan oldu.
Birde denildi: Ey arz yut suyunu ve ey sema açıl.Su çekildi,iş bitirildi ve gemi Cudi üzerinde durdu.O zalim kavme <Defolun.> denilmişti.
Görüldüğü gibi hem Tevrat’ta hem de Kur-an da Nuh’un Gemisi’nin oturduğu yer tam
olarak belirtilmemiştir.Bu noktadan sonra Nuh’un Gemisi’ni arayan maceraperestler, çok az olan ipuçlarını değerlendirerek, geminin yerini tespit etmeye çalışmışlardır.
Elde olan ipuçlarına göre gemi öncelikle, Arap Yarımadası ve Doğu Anadolu cıvarında bir dağa oturmuş olmalıydı.Çünkü Nuh ve kavmi bu bölgede yaşıyordu.İkincisi ise, yine Tevrat’ta bahsedildiği üzere, etrafta zeytin ağaçları vardı.
Tevrat,Tekvin Bahsi, Bap 8, Ayet 8-11
Ve sular toprağın yüzü üzerinden eksildimi diye görmek için, yanından güvercini gönderdi.Fakat güvercin, ayağının tabanına bir istirahat yeri bulamadı ve gemiye onun yanına döndü.Çünkü sular bütün yer üzerinde idiler ve elini uzatıp onu tuttu ve onu kendi yanına gemiye aldı. Ve diğer 7 gün daha bekledi ve güvercini gemiden tekrar gönderdi ve akşam vakti güvercin onun yanına girdi ve işte ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağı vardı ve Nuh suların yeryüzünden eksilmiş olduklarını bildi.
Bu ipuçları ile birlikte,Ararat ve Cudi isimlerini de dikkate alan araştımacılar ortaya iki muhtemel lokalizasyon koydular.Ararat Ağrı’yı ve Cudi’de zaten Cudi Dağı’nı çağrıştırıyordu.
Şimdi de her 2 lokalizasyonla ilgili bazı detaylara inmek istiyorum.
Geminin Ağrı Dağı’nda olduğunu iddia eden ilk araştırmacı Hollanda’lı Jan Struys’tur. 1670 te bölgeye yaptığı gezilerden biri sırasında, Ağrı Dağı eteklerinde yaşayan bir keşişin, Nuh’un Gemisi’ne girdiğini kendisine söylediğini ve gemiden kopardığını iddia ettiği bir tahta parçasından yaptığı haçı, ona hediye ettiğini anlatmıştı.
Bu iddiadan 200 yıl sonra İngiliz Lord Bryce, Ağrı Dağı’ndaki buluşunu şöyle anlatıyordu: 4000 mt yükseklikte,dağınık kaya parçaları üzerinde,yaklaşık 1.2mt uzunluğunda ve 13cm kalınlığında bir tahta parçası gördüm.Bir aletle kesildiği belliydi.Ağaçların bittiği sınırın o kadar yukarısında yer alıyordu ki, doğal bir ağaç parçası olması da mümkün değildi.Geminin inşasında kullanılmış olan gofer ağacından olup olmadığını bilemem ama, bu tahta parçasını incelemeleri için, meraklılara teslim etmeye hazırım.
1883 te Amerika’da yayınlanan bir gazete, Türklerin gemiyi bulduklarından bahsediyordu.Onlara göre,bir heyelanı araştırmak üzere Ağrı Dağı’na tırmanan ekip tesadüfen, çok koyu renkli tahtadan yapılmış bir yapıya rastlamışlardı.
Bu tarihten sonrada çok sayıda askeri ve araştırmacı pilot,gemiye benzer kalıntılar gördüklerini rapor ettiler.Yine çok sayıda dağcı ve araştırmacı grubu, gemiyi aramak üzere dağa tırmandılar ve gemi pruvasına benzer bazı yerşekilleri ,Nuh’un Gemisi’nin kalıntıları olarak lanse edildi.Ancak tabiidir ki bu iddialar, bilimsel destekten tamamen yoksun,iyimser
Yakın çağlarda da Astronot James İrwin ve alman araştırmacı yazar Eric Von Daniken’de, dağa birkaç kez araştırma için gelince Ağrı, Nuh’un Gemisi’nin oturduğu yer olarak iyice tanındı.Hatta söylentiye göre, Astronot James İrwin’e gemiyi Ağrı Dağı’nda bulması görevi uzayda, bizzat Hz.İsa tarafından verilmişti.
Bazı uzmanlara göre ise, Mezopotamya’yı tamamen sular altında bırakacak bir tufanda
en yüksek coğrafi şekil,havzanın kuzey sınırında yer alan Cudi Dağı olacaktır.Zaten Tevrat’ta belirtilen Ararat’ta, Urartu’ların yaşadığı bölgenin İbranice adıdır ki bu bölge, Van Gölü’nün doğusunu ve güneyini içerir.Yani Cudi Dağı’nın bulunduğu bölgeyi. Ayrıca Kur-an da ki yer ismi de Cudi olarak geçtiği için bu uzmanlar, Nuh’un Gemisi’nin Cudi’de olmasını, daha kuvvetli ihtimal olarak görmektedir.
Cudi’de ki araştırmalar, henüz Ağrı Dağı kadar yaygınlaşmamıştır.Buna rağmen dağda yapılan az sayıdaki araştırmanın sonucuda, aynen Ağrı Dağı araştırmalarında olduğu gibi olumludur.Yani Cudi’de, gemiye ait kalıntılar bulduğunu iddia eden çok sayıda araştırmacı mevcuttur.
Görüldüğü gibi, tahminen 10-15 bin yıl önce meydana gelmiş bir olayın izini takip eden araştırmacılardan hemen hepsi, olumlu izlenimlerle dönmüş,ancak hiçbirisi bilimsel anlamda geçerli kanıtları ortaya koyamamıştır.
ÇÜRÜMEYEN RAHİP
Mukaddes Emanetler isimli kitabımı yazdığım dönemde bilgi toplarken,İtalya’da olabilecek ilginç emanetleri sormak için İtalyan arkadaşım Angelo Daniele’yi aradığımda bana hemen, yaşadığı Güney İtalya’da bulunan küçük bir kasaba olan Bitetto ‘da ki çürümeyen bir rahip cenazesinden bahsetti.O günlerde yapacağım İtalya ziyaretinde gidip bu ilginç cenazeyi görebilecektik.
Arkadaşımın söylediğine göre ceset,bir azize yani hristiyan bir ermişe aitti. Aradan 500 yıl geçmesine rağmen vücut,sanki canlıymış gibi diriydi. Aziz,hayatı boyunca daha başka birçok mucizeler de göstermişti.Burda özellikle dikkatimi çeken nokta,cenazenin canlı bir vücut gibi olduğu tanımlamasıydı.Çünkü adli tıpta öğrendiklerimize göre cenazelerin çürümemesi, ancak mumyalaşma ve sabunlaşma sonucu olabilmekte, fakat her iki şekilde de ceset, bir miktar şekil değiştirmekte idi.
Bir süre sonra, Güney İtalya’da Bitetto’da ki, çürümeyen cenazeyi görmek üzere yoldaydım.İtalyan arkadaşımla birlikte sabah ayininin hemen ardından, cenazenin bulunduğu kiliseye girdik.Arkadaşım beni rahiple tanıştırdı ve cenaze hakkında bilgi toplamak için geldiğimizi izah etti. Bunun üzerine rahip,çok değer verdikleri mukaddes emanetleri
Cenaze,Peder Giacamo idi.Dualarıyla, kasabaya musallat olan bir veba salgınını defetmeyi başarmıştı.Ayrıca hayvanlarla ve çocuklarla olan yakınlığı ile ünlüydü.Bir keresinde avcının birinden kaçan bir tavşan, dua etmekte olan pederin elbisesi altına sığınarak kendisini kurtarmıştı.
Etrafındakilerin ona ne kadar inandığını gösteren başka bir hikaye ise şöyleydi: Bir akşam peder hem yemek pişiriyor, hem de dua ediyordu.Kendinden geçip ağlamaya başlayınca, gözyaşları yemeğe damladı.Bunu görenler bu yemeği şifa olması niyetiyle yediler.Kendinden geçip dua ettiği zamanlarda, levite olmuşken (yerden yükselmiş olma) onu görenler vardı.
Sağlığı esnasında, onu ziyarete gelen keşiş arkadaşlarından biri, elindeki asasını toprağa dikmiş ve o asa yeşererek, bir zeytin ağacı olmuştu.Peder bizi pencereye götürerek bu ağacı gösterdi.Ağacın zeytinlerinden elde edilen yağın, olağanüstü şifa verici etkileri olduğuna inanılıyordu.
Vefatından hemen sonra katafalka konulup ziyarete açıldığında, onu çok seven zengin bir hanım,değerli bir emanet olarak saklamak amacıyla kendini tutamayarak ısırmak suretiyle cesedin parmağını kopardı,aldı.Anlatılanlara göre bu olaydan sonra zengin hanım, yaptığı hatayı anlayıp parmağı yerine getirene kadar göklerin gözyaşları, yani yağmurlar dinmedi.
Peder Giacamo, vefatından sonra da mucizelere devam etti.Ölümünden uzun yıllar sonra bir sebeple mezarı açılınca, birlikte gömüldüğü rahiplerin cenazelerinin çürüdüğü,onunkinin ise çürümediği görülmüştü.Tabiidir ki bu durumu gören kasabalılar, pedere kutsiyet atfetmekte gecikmediler.Onun, aziz ilan edilmesi için Vatikan’a başvuruldu.Vatikan’ın Giacamo’yu azizlik mertebesine yükseltmesi için, elden geldiğince çok mucize kanıtı toplanıyor ve onun hakkında anlatılanlar derleniyordu. Giacamo henüz aziz olarak kabul edilmemiş, ancak azizlikten bir önceki mertebeye yükseltilmişti.Dönem dönem Vatikan, cesedin çürümemiş olmasının normal olduğunu ve tekrar mezarına konulması gerektiğini söylemişti.
Artık sıra cenazeyi görmeye gelmişti.Birkaç merdivenle çıkılan yüksekçe bir yerde, altın kaplama çerçeveli, cam bir fanusa yerleştirilmişti.Cenazeyi yakından gördüğüm ilk an benim için tam bir hayalkırıklığı idi.Çünkü ceset,asla söylenildiği gibi canlı gibi durmuyor,mumyalaşmış bir cesetti.Özellikle benim gibi çok sayıda mumya görmüş biri için, gayet sıradan bir olaydı. Kısaca cenaze 5000 yıllık Mısır mumyaları’ndan daha farklı değildi.
Kilisenin rahibi anlatmaya başladı: Cesedin bozulmaması için hiçbir işlem yapılmamıştı.Cenazeyi inceleyen doktorlar, neden böyle olduğunu açıklayamıyorlardı.Yapılan tomografi incelemesinde omuriliğin çürümemiş olduğu görülüyordu.İşte bilimin açıklayamadığı bu mucize gözümüzün önündeydi.
Doğrusu gerçekten cenazeyi doktorlar incelediyse ya bunlar hiçbirşey bilmeyen doktorlardı yada açıklamaları yanlış anlaşılıyor veya saptırılıyordu.Çünkü tıbben,cesette hiçbir olağanüstülük yoktu.Sıradan bir mumyalaşma olayı idi.Omuriliğin çürümemiş olmasıda mumyalaşmış bir ceset için tuhaf değildi.Cesedin mumyalaşması için, illede bir işleme gerek yoktu.Bu kendiliğinden de olabilirdi.
Nihayet peder,anlattıklarını ve göstereceklerini bitirdikten sonra arkadaşım aracılığıyla, bana ne düşündüğümü sordu.Büyük bir ihtimalle olaydan çok etkilenmiş olduğumu ve hatta belki de, katolik olmak istediğimi söylememi bekliyordu. Ancak cevabım çok kısaydı.Rahip İngilizce bilmediği için,ayıp olabilir düşüncesinden uzakta,arkadaşıma şöyle dedim: <Eğer gerçekten ne düşündüğümü ona söylersem ayıp olur.Çünkü olağanüstü hiçbirşey yok.>
